29 Haziran 2008 Pazar

Psikiyatri Uzmanı

Psikiyatri Uzmanı

Psikiyatri Uzmanı Dr. Gönül ERDAL kimdir?

ALZHEİMER HASTALIĞI

ALZHEİMER HASTALIĞI


Alzheimer hastalığı beynin düşünme, hafıza ve dil bölümlerini etkiler. Hastalığın başlangıcı sinsidir ve yıkım genellikle yavaştır. Günümüzde hastalığın sebebi bilinmemekte ve şifası bulunmamaktadır.

Alzheimer hastalığının beyin dokusunda yaptığı değişiklikleri Dr. Alois Alzheimer tanımlamıştır. Bu değişiklikler bugün Alzheimer hastalığına özgü anormal beyin değişiklikleri olarak bilinmektedir.

Alzheimer hastalığı, toplumun bütün gruplarını etkiler ve sosyal sınıf, cinsiyet, etnik grup ya da coğrafi bölge ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Ayrıca, Alzheimer hastalığı yaşlılar arasında daha sıklıkla görülmekle birlikte genç insanlar da bu hastalıktan etkilenebilmektedirler.

Alzheimer hastalığının semptomları (belirtileri ) nelerdir?

Alzheimer hastalığı her insanı farklı biçimde etkiler. Etkisi büyük ölçüde kişinin hastalıktan önce nasıl olduğu ile ilgilidir, örneğin, kişilik, fiziksel durum ve yaşam biçimi gibi. Alzheimer hastalığının semptomları üç gelişim aşaması şeklinde en iyi akla girebilir: erken dönem , orta dönem ve geç dönem.

Alzheimer hastalığı olan herkes bütün bu semptomları göstermez ve bu semptomlar kişiden kişiye değişir. Bu aşamalar bakımı üstlenenlerin potansiyel problemlerin farkında olmaları ve gelecekte ihtiyaç duyulacak bakım gerekliliklerine hazırlanmaları açısından rehberlik edebilirler. Hiçbir hasta, hastalığın ilerleyişini bir diğer hasta ile aynı şekilde yaşamaz.

Bu semptomların bazıları aşamaların herhangi birinde ortaya çıkabilir, örneğin geç dönemde sıralanmış olan davranış değişiklikleri orta dönemde yaşanabilir. Aynı zamanda bakımı üstlenenler her dönemde kısa, aklı basında dönemler yaşanabileceğinin farkında olmalıdırlar.

Teşhis neden önemlidir?

Erken teşhis bakımı üstlenen kişinin hastalıkla başa çıkmak için daha hazırlıklı olması ve nelerle karşılaşacağını önceden bilmesi açısından önemlidir. Teşhis geleceği planlama yolunda atılan ilk adımdır.

Teşhis edebilmek için basit bir test bulunmamaktadır. Alzheimer hastalığının teşhisi, kişinin fiziksel ve mental durumunun muayenesinin yanı sıra, yakın bir akraba ya da arkadaşından kişinin geçmişinin incelenmesiyle konulur. Hafıza kaybına yol açabilecek diğer hastalıkları ya da koşulları dışarıda bırakmak çok önemlidir.

Alzheimer hastalığının teşhisi ancak beynin otopsiyle incelenmesi sonucunda kesinleşebilir.

SINAV KAYGISI

NELER YAPILABİLİR?


Sınav kaygısını çok etkenli olarak düşündüğümüzde öğrenci, aile ve öğretmenlerin iyi iletişim kurması ve işbirliği yapması başa çıkma süreçlerini kolaylaştırmaktadır.

Genel Yapılabilecekler:

- Düzenli çalışmak: Burada önemli olan kendinize uygun bir program hazırlayıp ona uymaktır. Zamanın düzenlenmesi kaygıyı önemli derecede azaltır. Ancak günlük program hazırlanırken gerçekçi hedefler ortaya konmalı, çalışılamayacak saat hedefleri konulmamalı, çalışma saatlerinin zamanı iyi ayarlanmalıdır ( hemen yemekten sonra veya okuldan geldikten hemen sonra dikkat daha zor toplanabilir). Bu program hazırlanırken kendi çalışma kapasitesi, çevre durumu göz önüne alınmadan yapıldığında program başarısız olur ve bu durum var olan kaygıyı daha çok artırır. Unutulmamalıdır ki zaman zaman bu düzende aksamalar olabilir. Bu durum da hemen kaygıya kapılmamak, küçük aksamaların olabileceğini hesaba katmak ve ümitsizliğe kapılmadan programı devam ettirmek önemlidir.

- Sosyal faaliyetleri planlı bir şekilde sürdürmek: Yoğun çalışma temposu ve stres zamanla tükenmişlik ve çalışma performansında azalmaya neden olabilir. Bu nedenle haftada en az birkaç saatin hobilere ayrılması, yapmaktan keyif alınan şeylere yönelme çalışma kapasitesini ve kalitesini olumlu yönde etkilemektedir.

- Başkalarının söyledikleriyle değil, kendi sonuçlarına göre karar vermek: Şimdiye kadar elde ettiğiniz başarıları, üstesinden geldiğiniz zorlukları düşünmek ve bunlardan kazandığınız tecrübeleri aklınıza getirmek size yol gösterici olur. Sürekli olumsuz düşünmek, hep başkalarının sözüne göre kendine yön vermek veya diğer öğrencilerin ders çalışma temposuna göre kendini ayarlamak karışıklığa, yetersizlik duygularına ve sıkışmışlık hissine neden olabilir.

Sınav Öncesi Yapılabilecekler:

- Sınavın çok yaklaştığı günlerde yeni, bilinmeyen konuları çalışmaya gayret etmek kaygıyı artırabilir. Yeterli süre yoksa bu konulara girmemek en uygun olanıdır. Bu dönemlerde özellikle yürümek gibi fizik aktiviteleri arttırmak sınav heyecanın getirdiği hareketlilik hissi ve huzursuzluğu önlemede işe yarayabilir.

- Beslenme ve uyku düzeni aslında sürekli dikkat edilmesi gereken önemli fizyolojik ihtiyaçlardır. Tıpkı ders programı gibi bu ihtiyaçlarında belirli bir düzeni ve ritmi olması gerekir. Artan kaygılar bu ritmi bozabilir. Daha çok çalışma düşüncesi, acelecilik, zaman baskısı da özellikle sınavın yaklaştığı günlerde bu düzeni bozan faktörlerdir. Özellikle uyumamak için aşırı alınan kahve, çay ve nadirde olsa kullanılan bazı uyarıcı ilaçlar kontrolsüz kullanıldıklarında uzun vadede önemli problemler yaratabilir. Bu nedenle bu ritmi bozmamak, uyku ve beslenme ihtiyacının da sınava çalışmanın bir parçası olarak düşünmek gereklidir.

Ailelere öneriler:

En önemli basamaklardan birisi sınavın her ebeveynin kendisi için ne anlama geldiğini anlamasıdır. Çoğu zaman anne babanın istekleri, beklentileri ve hayalleri çocuğunkilerle karışabilir. Bütün yönlendirmeler bu istekler doğrultusunda şekillenebilir. Beklentileri çocuğun yeteneklerine ve düzeyine göre belirlemek akademik ve sosyal uyum için oldukça önemlidir. Bunları düşünmeden atılacak adımlar zorlanmaları ve hayal kırıklıklarını birlikte getirir.

Anne babanın yaşadığı bir kaygı ne kadar hissettirilmemeye çalışılsa da çocuğa aktarılır. Kendi kaygıları ile başa çıkılmadan atılacak adımlar çocuk için inandırıcı olmaktan çıkacaktır.
Aile ortamında yaşadığı her zorluk karşısında yargılanmadan dinlendiğini ve duygularını paylaşabildiğini hissetmek çocuklar için oldukça rahatlatıcı ve güven vericidir. Bütün okul hayatı boyunca, ders başarılarının onun sadece bir yönü olduğunu, bütün kişiliğinin, verilecek sevginin, değerinin sadece okul ve sınav başarısı ile ilgili olmadığının hissettirilmesi bu kaygının oluşmasını engelleyecek en önemli davranış şeklidir.

DAVRANIM BOZUKLUĞU

DAVRANIM BOZUKLUĞU


Temel özelliği başkalrının temel haklarının ya da yaşa uygun başlıca toplumsal değer ve kuralların hiçe sayıldığı yineleyici ve sürekli bir davranış örüntüsüdür.

ABD istatistiklerine göre 18 yaş altındaki erkeklerin %’sında ve kızların %2-9’unda görülmektedir. Çocukluk çağında Dikkat Eksikliği Hiperaktivite bozukluğu olanlarda yüksek oranda gözlenmektedir.

Bazı annebaba tutumları ve hatalı çocuk yetiştirme uygulamaları çocukların uyumsuz davranışlar geliştirmesinde etken olabilmektedir. Anne baba arasındaki tartışmalar ve çocuk kötüye kullanımı ve ihmali çoğunlukla davranım bozukluğuna katkıda bulunur. Anne baba’daki alkol ve madde kullanımı çocuk ve ergen’deki davranım bozukluğu ile ilişkili bulunmuştur.

Ayrıca karmaşık ve ihmalkar ortamda yetişen çocuklar genellikle kızgın, yıkıcı ve talepkar olmakta ve yetişkin ilişkileri için gerekli engellmeye tahammülü yeterince geliştirememektedir.

Yapılan araştırmalarda davranım bozukluğu olan bazı çocuklarda dopamin’i norepinefrine dönüştüren dopamin β-hidroksilaz enziminin plazma seviyesi düşük bulunmuştur.

Uzun süre şiddette maruz kalmış çocuklar, sıklıkla agresif şekilde davranırlar. Bu tür çocuklar duygularını ifade etmekte zorlanabilirler ve bu zorlular kendilerini fiziksel olarak ifade etme eğilimlerini arttırır.

Klinik Özellikler:

Agresiflik, zorbalık, fiziksel saldırı, yaştlarına acımasız şekilde davranış görülmektedir. Erişkinlere karşı düşman, küfürbaz, saygısız, küstah ve olumsuz olabilirler. Sürekli yalancılık, sık sık okuldan kaçma ve tahripkarlık yaygındır. Okul başarıları düşüktür. Şiddetli olgularda yıkıcılık, hırsızlık ve fiziksel şiddet sıktır. Çete kurma ve grı,up halinde çatışmalara girme gözlenebilir. Kabadayı, tehdit edici ya da alaycı davranışlar sergiler, sıklıkla kavga başlatırlar. Bazen bu kavgalarda çakı, tabanca gibi eşyalar kullanarak karşı tarafa zarar verebilirler. Genellikle utanma, pişmanlık ve suçluluk gibi duygular hissetmezler.

Cinsel eğilimler ve sigara-alkol-madde bağımlılığı erken yaşlarda gözlenebilmektedir.

Düşmalıkları sadece erişkin otorite figürleri ile sınırlı değildir. Eşit derecede kini akranlarına ve küçük çocuklara karşı da gösterirler. Genelde kendilerinden küçüklere ve zayıf kişilere zorbalık yaparlar.

Tedavi ve Seyir:

Anne baba uygun davranış tekniklerini öğrenmeli ve bu teknikleri kullanarak uygun davranışları geliştirmeleri sağlanmalıdır. Ancak ailelerle böyle bir çabaya girmeden önce anne-babanın da psikiyatrik açıdan değerlendirilmesi ve tedavisi gerekebilir. Ailede kötüye kullanım veya karamşıklık olduğunda, çocuk tutarlı ve yapılandırılmış bir çevreden yararlanması için evden alınması gerekebilir.

İlaç tedavisi davranım bozukluğunda faydalı bir ek tedavi yöntemidir. Aşikar agresyonda antipsikotikler kullanılabilir. En etkin olan Haloperidol’dür.

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK


Obsesyon; tekrarlayıcı ve zorlayıcı düşünce, duygu, fikir veya duygudur. Kompülsiyon; sayma, kontrol etme ya da kaçınma gibi bilinçli, standardize, tekrarlayıcı düşünce ya da davranıştır. Obsesyonlar kişinin kaygısını arttırırken, kompülsiyonlar azaltıcı etkiye sahiptir. Kişi obsesyonlarının mantıksız olduğunu farkındadır.

Obsesif kompülsif bozukluk’ta tek başına obsesyon veya kompülsiyon veya her ikisi birlikte bulunabilir.

Yapılan araştırmalarda beyindeki bazal gangllionlarda, frontal lobda ve cingulumda değişimler olduğu saptanmıştır.

Psikanalitik Kurama göre obsesif kompülsif belirtiler bilinç dışı bir çatışmadan kaynaklanmaktadır. Ritüeller ise yasaklanmış duygular veya rahatsız edici yaşantıları engellemektedir.

Klinik Özellikler:

Çocuk ve ergende rastlanılan en yaygın obsesyonlar; mikrop bulaşma korkusu, kendine ve diğerlerine zarar vereceği korkusu ve dini takıntılardır. En yaygın kompülsiyonlar ise aşırı yıkanma, tekrarlama, kontrol etme, dokunma, sayma ve düzenlemedir. Ayrıca ilkokul çağındaki çocuklarda en sık görülen kompülsiyon sayma ve simetridir.

Genelde zaman içerisinde obsesyon ve komoülsiyonların değiştiği görülmektedir.

Uzun süre ödev yapmaya çalışan faka üretken olmayan bir şekilde ödev yapmaya çalışan , ayrıntılarla fazla uğraşan, aşırı su ve sabun kullanan, yabancıların eşyalarına dokunmasından hoşlanmayan yapıları vardır.

Tedavi ve Seyir:

Uzun süreli tedavi ile iyileşmeler sağlanabilmektedir. Bireysel psikoterapi olarak psikanaliz veya davranışçı tedavi denenebilir. Farmakolojik tedavi olarak yeni nesil antidepressanlar kullanılması uygundur. Yanıt alınmayan vakalarda trisiklik antidepresanların kullanılması faydalı olabilir. Klomipramin en etkili ilaç olmasına rağmen yan etkileri kullanımını zorlaştırır.

ERGEN VE AİLE

ERGEN VE AİLE


Ergenin davranışlarına rehberlik edecek değerleri kazanması ve sosyal yönden sorumluluklarını öğrenmesi konusunda yardıma gereksinimi vardır. Bu gereksinimi karşılayan ve ergenin yaşamında etkili olan en önemli toplumsal kurum ailedir. Aile bireyleri arasında etkileşim ve iletişimin ergenin kişilik yapısını biçimlendirmede çok büyük ve çok derin etkisi vardır..

ANNE-BABA TUTUMLARI

Ergenin kendisi için biçimlediği imge, çeşitli etkenlere bağımlıdır. İlk önce kendi öz deneyimleri ve kendine yönelik incelemeleri, sonra da önemli ölçüde başkalarının ve toplumun gözlemleri söz konusudur. Ergeni bir ölçüde biçimleyen ve ona yön veren bu gözlemler arasında arkadaşların, öğretmenlerin ve elbet ana babaların gözlemleri ve davranışları yer alır.

Aşırı koruma ve baskı:

Bu tür aile tutumunda kuvvet gösterisi ön plandadır ve ana-babalar kuralları koyar, diğerlerinin de bunlara uyması beklenir. Kurallara aykırı davranışlar sert bir disiplinle karşılanır. Bu tutum amaçlara doğru ilerlemeye büyük ölçüde engel olur. Her yerde tehlike kuşkusu yaratır, ergenin sürekli bir suçluluk duygusu veya endişe duygusu yaşamasına yol açar ve bu durum kendi başına karar vermeyi engeller ya da onları kabul edilmez hale sokar.

Ancak aşırı koruma gelişmeyi engellerse de ana babaların bazı ilkeleri uygulamaya hakları vardır. Yükümlülük ve sorumluluğun bir derecesine kadar ana babaların ergenle uyuşarak bir takım kurallar koyması yerinde olur: Belirli saatler, gruptaki arkadaşların tanınması, dışarı çıkmak için okul ödevlerinin bir yana itilmemesi, harçlığını kullanabilmeyi öğrenmesi gibi.

Aşırı Hoşgörü:

İzin verici ailelerde ise ya çok az kural vardır ya da hiç olmayabilir. Anne-babalar bilerek ya da farkında olmadan ergenlere aşağı yukarı hoşuna gittiği gibi davranma olanağı tanırlar. Disiplin uygulanmaya kalkışılsa bile çoğunlukla belirsizdir ve önceden kestirilemez. Böylesi koşullarda bazı ergenlerin çok iyi olduğunu, bazılarında da düşük benlik saygısı geliştirdiği gözlenmiştir. Her şeye rağmen ergenler sınırlarını tanımak isterler. Belli kurallar ve ana babanın belli tutumları ergenin bazı sıkışmışlıklarında sığınabileceği bir korunak olur. Onlara yol gösterici olur. Tamamen hoşgörüyü ve izin vericiliği çoğu kez kendilerine karşı bir ilgisizlik olarak algılayabilirler.

Demokratik tutum:

Bir de demokratik aileler vardır. Bu ailede yetkileri ellerinde tutarken ve uyulacak kuralları koyarken, ergenlere farklı olma, kendi davranışlarının sorumluluğunu üstlenme ve daha fazla karar verme olanakları verilir. Disiplin, katı cezadan çok akıl yürütmeyi, kendine güven ve yüksek akademik güdü gibi davranışları gösterir.

Özetle ana-babanın yöntemleri bir ergenin bağımsızlığı gerçekleştirme yeteneğini büyük ölçüde etkilemektedir. Ana-baba yetkecilik ya da izin vericilik uçlarında yer aldığında çocuklarıyla ilişkilerini güçlükler saracaktır. Demokratik yaklaşım olumlu bir benlik kavramını ve bağımsızlığı kolaylaştırır.

İsyan Etme ve Karşı çıkmalar:

Her şeyi alt üst etme dürtüsü, hiçbir ayırım gözetmeden yapılan itiraz ve her şeyi yıkma zevki aileler için oldukça sıkıcı olabilir. Aynı zamanda anne babaların bu isyan ve karşı çıkmalar karşısında, çocuklarının geleceği hakkında kaygı duymaları ve ergenlerin hayal ettikleri kişiliği kabul etmede zorluk çekmeleri, bu çağdaki sıkıntı ve isyanları arttırabilir. Henüz kendisini tanımayan, sevenleri tarafından da tam kabul görmeyen ergenler, bu dönemde oldukça hassas bir ruh haline girer. Ergenin özerkliği için sürdürdüğü savaşım sadece ailesine karşı değil, tüm otoriteye karşıdır.
Ancak toplumsal gelişim ve ruh sağlığı açısından bu isyanlar ve karşı çıkmalar o kadar da sıkıcı değildir. Davranışlarının temelinde, başkaları tarafından beğenilmek, kabul edilmek isteği ile şiddetli bir bağımsızlık arzusu ve yetişkinlere kendini bağımlı kılan bağlardan kurtularak, kendi kişiliğini kanıtlama gereksinimi bulunmaktadır. Bu isyanlarda gelecekteki bir ilerlemenin umudu, yaratıcı gücün bir görünümü vardır.

Ergenin ilgisizliği ile dikkat çekmesi, ne ebeveyni nede toplumu eleştirmemesi ya da ergenin herhangi bir sorununun olmadığı görüntüsü, ebeveynlerin memnunluklarına karşı biz klinisyenler için bir duraklamaya işaret eder. Eleştiriden kaçış bedensel, cinsel, mesleksel kimliği bulma ve onları yeni bir kimlik çatısı altında bütünleştirme sorunlarından kaçışla da eşanlamlıdır. Çünkü bunalım ergenlerde normal bir belirtidir, olmayışı kaygı uyandırmalıdır. O nedenle A. Freud ergenlik dönemine ‘normal bunalım’ evresi adını vermiştir.

ERGEN VE ARKADAŞLIKLARI

ERGEN VE ARKADAŞLIKLARI


Akran kümesinin ya da arkadaşın önemini artırarak yavaş yavaş ebeveynlerin yerini alması ergenlik döneminin önlenemeyen özellikleri arasındadır. Ülkemizde bu durum ebeveynleri daha çok rahatsız etmektedir. Çocuklarının kendilerinden uzaklaşmaları, sürekli yaşıtlarının yakınında oluşları ebeveynleri huzursuz etmektedir. Çünkü akran arayışı ile aileden uzaklaşan ergenler ebeveynlerine yabancılaşmaya da başlarlar. Dahası, onlara olan eleştirilerinin şiddeti artar, ebeveynleri kaygılandıracak bazen de katlanılamayacak boyutlar kazanır. Bu sorunlu evrede ebeveynlerin “oğlumuz / kızımız tümüyle değişti, onu tanımaz olduk” biçiminde yakınmaları güncelleşir ve çoğalır. Böyle konumlarda akran kümesinin, arkadaşın, gelişimi destekleyici, yeniden yapılanmayı kolaylaştırıcı işlevlerini, bu nedenle ergenin akran kümesine katılma, arkadaş edinme zorunluluğunu ebeveynlere bir kez daha anlatma çok yerinde bir tutumdur. Ergenler, ebeveynlerinden ayrılma ve cinsel olgunlaşmalarının neden olduğu değişim süreçlerini yürütmek, yeni benlik yetileri ve değerleri geliştirmeleri için akran kümesine ihtiyaç duymaktadırlar. Akran kümeleri, gelişim sürecini kolaylaştıran, yaratıcılık, empati yeteneklerini bollaştıran bir alandır. Birdenbire alevlenen ama çabuk sönen sevdalar, hızlı gelişen ama bazen çabuk biten dostluklar, yaşanılan düş kırıklıkları ergenin kendi önemini, sınırını, gücünü tanımasını ve işleyebilmesini kolaylaştırır.

Bu görüntü ergene sorunlarını daha rahat işleyebileceği bu nedenle kurtarıcı sayılabilecek bir ortam, bir sığınak sağlar. Arkadaşlar birbirlerine “ayna işlevi” görürler. Ergenler arasında şiddetlenen duygu alışverişi, beğenilip beğenilmeme, aranılıp aranılmama, önemsenip önemsenmeme ergenin yeniden yapılanması, kendini gerçekçi bir şekilde tanıması için gereklidir.

Öte yandan sorunların benzerliği kadar akran kümesinde ergenin kendisine benzemeyen, kendi ailesinde olanlardan daha farklı durumlarla karşılaşması ve yaşıtların bu sorunları nasıl işlediğini görmesi akran kümesinin deneyim ve görü artırıcı önemli bir özelliğidir.

Anlaşılamama duygusu ve yalnızlık :

Bu dönemde anlaşılamama duygusu sık görülür. Birçok büyük bu evreyi düşündüğünde yalnızlık duygusunu anımsayabilir. Gerçektende ergen kendini çok yalnız hisseder, değişen kişiliğini ve aşamalar yapan tutumu açıklayabilecek belirli noktalar bulamaz. Kendi anlamayınca, anlaşılmadığına karar verir, kendini her şeyden uzak tutar ve gerçekten de anlaşılmak istemez. Bu dönemin güvesizliği bazen birden ortaya çıkan sıkılganlıkla tanımlanır. Kendine yabancı bir yüzü başkasına nasıl göstermeli, ne büyük ne de çocuk olunan bir dönemde bir düşünceyi nasıl anlatmalı ve mantığa pek uymayan iç kaynamaları nasıl yatıştırmalı?

Bazı gençler gözlem altında olduklarını sezinleyince, onları daha da beceriksiz hale sokan sıkılganlıklarından sanki felce uğrarlar. Ergenlik döneminin en büyük korkusu olduğu kadar, kimi zaman en büyük gereksinim duyulan şeyi de yalnızlıktır. Gençler kendilerini yalnız hissetmek için çeşitli gruplara girmek istiyorlarsa da, aslında çoğu zaman yaşadıklarını anlamak ve kendilerini dinlemek için yalnız kalma gereksinimleri duyarlar.